Burcu ARSLAN - Dokuzu Dört Geçe

 

Burcu ARSLAN

 

DOKUZU DÖRT GEÇE

 

Kabrin karanlığını yüklenmiş güneş

Ve edinmiş ardına sağanakları eş.

Ah be Mustafa’m

Sen ki Cumhuriyet’ten dem vuran ulu fâni;

Neden bırakırsın ardında çıkış kapısı olmayan zindanın esirlerini?

Siren sesleri bozar mı ölümün sessizliğini?

Bir tabuta sığacak kadar dar mıdır yaşam?

10 Kasım düşmanım değil de, saat dokuzu beş geçmesin Paşa’m.

 

Yorgun savaşçı milletin.

Sen yoksun, vatan yoksul.

Acıdan nem alanlar buharlaşacak değil mi usul usul?

Sen, zincirleri kıran vatan sevdalısı şanlı kul!

Var mı dünyada askerine ölmeyi emreden başka bir komutan? Sanmam.

Bedelini ödemesek kabullenirim de; er meydanında destan yazıp masada kalemsiz kalmak ar geliyor Paşa’m.

 

Meselen vatan kadardı.

Mânâsı da buydu ya, al sancak bile kanardı.

Benim Mustafa’m o hilale mavi mavi bakardı

Öyle ki arşı sema bile kubbei gök bile değersiz kalırdı.

Ancak bu kadar anlam kazanabilirdi bir yaşam

Her ölüm zamansız ölümdür de, hilâle doyamadan gitmek zor gelir Paşam.

 

Sadece 1900’lerin başında mı sandın Ankara’yı bahtı kara?

Düşmanın üç gayesi: Para, para, daha çok para!

Senin kan kusan savaş çocukların hâlâ cihanda sarılamamış bir yara.

Dünya beşten büyük ama vazgeçmiyor kanla beslenen yamyam!

Herkeste seni aradım ama her lider sulh istemezmiş Mustafa’m.

 

İlkeyi yol bilip yürüdü hürriyetin kanatlarında varlık duyan insanlar.

Her yolsuzlukta sanki öksüz bırakılmışçasına dağ, taş ağlar.

Vicdan sezmez, beyin bilmez ise insanlar neden varlar?

İlim sahibi olmadan, içte vefa kalmadan kesilir mi hiç ahkâm?

Düşmanın süngüleri değil de, dostun hançerleri sırtından vurur Mustafa’m.

 

Devlete hal çare sorsalar ‘’Açın Nutuk’tan bakın.’’ derim

Alnında namlu hissetmek esaretten iyidir bilirim.

Parsel parsel zedelenen vatanın savaşan çocuğu benim, katlanırım.

Özlesem de dayanırım; cabbarım, kanunum, Türk benim adım!

Lakin ‘’İstikbal göklerde!’’ diyen iradeyi toprağın altında görmek can yakıyor Komutanım.

 

Sen bakınca İzmir’in dağlarında çiçekler açar.

İnsanlar istikbâl diye, hürriyet diye, vatan diye yaşar.

Bazen gidişlerde kavranır en derin anlam.

Son nefesinde doğuş görür Azrail: Aleykümesselam..

Payidarlığıma inanırım da; sen gözünü kapayınca ulus sallandı Mustafa’m.

 

Ne zaman ki mezar kazmaya başlar acı nedir bilmez bir yılan,

Ne zaman ki çaresiz bakışların ardındaki boyunlara dolanır urgan,

Acımasızca yakılmaya başlar can, damla damla akıtılır kan, tehdit edilir vatan, dindirilir ezan;

Doğar Selanik’ten, Samsun’dan, Erzurum’dan bir komutan.

Doğar zulmün kırbacından yaralananlar içim cankurtaran.

 

Ve seslenir yürekten: ‘’Uyan milletim, uyan!

Kayıtsız egemenliğine bıçak dayanmadan,

Pirüpak yüzünü utanç karartmadan,

Bir dalga, çocuğunu kıyaya koymadan;

Geç olmadan, korkmadan, uyan milletim.’’

 

Türk’ün istiklâline pranga vurulur mu?

Beşikteki bebeğe vatan borcu sorulur mu!?

Dava hak uğrunaysa haklı olan yorulur mu?

Gözlerden yaş akıyorsa bunu ancak biz sonlandırırız.

Çünkü biz nefsi aciz kılan yegâne insanlarız.

Mesele cihana adalet dağıtmaksa onu da en iyi biz yaparız.

 

Hâlâ kalmışsa savaşın ortasında tek bir Türk, umuttur.

Çünkü Türk Gençliği,

‘’Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.’’





 

Yorumlar

Popüler Yayınlar