Yunus ER-Koronavirüsün Gölgesinde Yeni Atanmış Bir Öğretmenin Hikâyesi
Yunus ER
KORONAVİRÜSÜN GÖLGESİNDE YENİ ATANMIŞ BİR ÖĞRETMENİN HİKÂYESİ
Birçok
meslektaşım üniversiteden mezun olur olmaz atanmayı ve öğrencilerine kavuşmayı
hayal eder hiç şüphesiz… Ama bu dönemin dünyadaki küresel bir salgına denk
geleceğini tahmin bile edemezdim. Ortaokullar yıllarında, “Türkçe öğretmeni
olacağım.” diyerek geldiğim Gazi Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği bölümünden
2019 yılında mezun oldum. Çocukluk hayalime adım adım yaklaşıyordum. Öğretmen
olmak için değil sadece atanmak için ön şart olan KPSS’den belirli bir puan
alarak atanmaya hak kazandım. 18 Mart 2020 tarihinde Van’ın Çaldıran ilçesinde
bir okula atandım. Bu tarihten tam bir hafta önce Türkiye’de ilk koronavirüs
vakası görülmüştü. Okullar üç haftalığına tatil edilmişti. Atanmıştım atanmasına
ama zihnimdeki birçok soruyla görev yerime bile gidememiştim. Üç hafta oldu
bizlere tam üç ay… Eğitim-öğretim yılı görev yerime adım atamadan tamamlandı.
2020-2021
eğitim-öğretim yılına salgının tamamen biteceğine inanarak kendimi hazırlıyordum.
Yaz tatilim bu şekilde geçti. Nihayet eylül ayı geldi. Daha önce hiç
gitmediğim, gitmesek de görmesek de bizim olduğunu bildiğimiz diyarlara gitmek
için otobüsle yola koyuldum. Üniversite yıllarımdan çok kıymetli Asiye Duman
hocamın ismini de anmadan geçemeyeceğim. Yol boyunca, üniversite birinci sınıfta
öğretmenler günü programında söylediği o söz kulaklarımdan gitmemişti.
“Bayrağın dalgalandığı her yerde göreve hazır olmalısınız. Dalgalanmadığı yerde
de dalgalandırmak için mücadele etmelisiniz.”
Bu anlayışla Gazi’den “Gazi” ruhuyla mezun olmuştuk. Coğrafyanın kader
olmaması için düşmüştüm yollara… Öğrencilerin hayal güçlerini test sorularından
daha çok önemseyerek aydınlık yarınların ancak sağlam bir eğitimle inşa
edileceğine inanıyorum. Türkçenin ikinci dil olduğu bir coğrafyada. Türkçenin
etkili, doğru ve güzel kullanılması için çok çalışmalıydım. Münazaralar, şiir
dinletileri, tiyatrolar ve aklımdaki nice etkinlikler... Bunları okulumda
uygulamak için sabırsızlanıyordum.
Ve
göreve başlama zamanı gelmişti. Bu yolda toz kaldıran değil iz bırakan olmak
istiyordum. Ankara’nın merkezinde her türlü imkâna sahip ortaokullarda
yapmıştık stajımızı… Ama bizler doğuda çok farklı şartların beklediğini
biliyorduk. Sahi neydi o Şartlar? Ulaşım
mı, internet mi, elektrik mi ? Daha önce de bahsettiğim gibi doğuda bir şehre ilk
defa geliyordum. Başka bir dilin konuşulduğu yaşam tarzı bambaşka olan bu
diyarlara hiç gelmemiştim. Tabii ilk önce evimi tuttum, düzenim kurdum. Yeni
eğitim-öğretim yılına hazırdım artık. Ancak yolunda gitmeyen bir şeyler vardı.
Yaz döneminden çıkmıştık ve koronavirüs vakalarında inanılmaz bir artış
yaşanmıştı. Okullar eğitime uzaktan başlayacaktı. Evet, uzaktan eğitim. Hele
hele köyde olan çocuklara çok uzakta olan eğitim. Evlerin büyük çoğunluğunda ne
bilgisayar ne de internet erişimi vardı. Akıllı telefon ise evde sadece babada
vardı. Baba da ya büyükşehirlerde inşaat işçisi ya da hayvanlarının peşinde
çobanlık yapıyordu. Evdeki çocuk sayısı
da cabası… WhatsApp grupları oluşturuldu. Velilerle iletişime geçildi. Evet,
eğitim-öğretime hazırdık artık.(!) EBA’dan canlı derslerimiz başladı. Sınıf
mevcutlarımızın otuza yakın olduğu okulumuzda canlı derslere katılım bazen bir,
bazen iki en fazla üç öğrenci… Yani öğrencilerimle büyük bir oranda tanışma
fırsatı bile bulamadım. Görev yaptığım bölgenin dezavantajlarından dolayı yüz
yüze eğitime bile zorlukla tutunabilen öğrenciler uzaktan eğitim koşullarından
birer birer kopuyordu. Ancak elimizden
gelenler çok sınırlıydı. Öğrenci sayımızın fazlalığından ve koronavirüs
salgınından dolayı özel ders verme veya evleri ziyaret etme olanağımız da
yoktu. Neyse ki vaka sayılarının azalmasıyla haftada iki gün yüz yüze eğitime
geçildi. Zararın neresinden dönülse kardır. Diğer öğretmenlerimizden duyduğum
kadarıyla yüz yüze eğitime katılım da epey düşmüştü geçen seneye göre. Bir süre
yüz yüze eğitime devam ettikten sonra yeniden uzaktan eğitime geçildi. Yani
dezavantajlı bölgeler için okullar tatil oldu demek daha doğru olur. Çünkü canlı
derslere katılım çok az olacaktı.
Eğitim-Öğretim
yılının son aylarına yaklaştığımız şu günlerde eğitime yine uzaktan devam
ediyoruz. “Kayıp nesil” ifadesini kullananlara da içten içe kızıyorum. Bizler
bir nesli değil bir öğrencimizi bile kaybetmemeliyiz. Her öğrencimiz bizim için tektir ve özeldir.
Her öğrencimizin dokunulması gereken bir yüreği vardır. Öğretmenin görevi de bu
değil miydi sahiden? Gönüllere girerek aydınlık yarınlar inşa etmek…
Koronavirüs
sürecinin gölgesinde yeni atanmış bir öğretmenin hikâyesini anlatmaya çalıştım
sizlere. Çölde bir damla su olmak için yollara düşen, umudunu asla kaybetmeyen,
sağlıklı günlerde öğrencilerine kavuşmayı arzu eden, aydınlık ufukları gözleyen
meslektaşlarıma saygı ve sevgilerimle…
Buruk olsa da halı hazırda yaşadığımız gerçeklerin bir bölümünü aktardığınız için teşekkürler. Hepsine rağmen azim ve gayret bu yolda en büyük motivasyon.
YanıtlaSilhttps://suhutedebiyatdergisi.blogspot.com/ bu sitemize şiir gönderip yayınlayabilir yada şiirleri yorum yapa bilirsiniz
YanıtlaSil