Rüveyda Nur GARİP - Bekleyiş
Rüveyda Nur GARİP
BEKLEYİŞ
Gün
ağarıp sabah olalı henüz birkaç saat olmuştu. Sıçrayarak yatağından uyandı.
Kâbus görmüş olmalıydı. Biraz erken mi uyanmıştı ne? Neden dün dışarı çıktığı
kıyafetleriyle uyuyakalmıştı? Neyse, bunun hiç önemi yoktu. Yatağında biraz
oyalandı. Acıktığını fark edince de kalkıp kahvaltı hazırlamak için mutfağa
gitti. Kahvaltı hazırladı hazırlamasına ama pek iştahı yoktu. Ne zamandan beri
doya doya kahvaltı yapmadığını hatırladı. Ama bundan şikâyetçi de değildi.
Kahvaltısını yapıp evi toplamaya koyuldu. Kedinin dağıttıkları dışında her şey
yerli yerindeydi. Ama yine de her yeri topladı, süpürdü, sildi. Ne gerekiyorsa
hatta ne gerekmiyorsa yaptı. Çünkü akşama önemli misafirleri vardı.
İşlerini
bitirip birkaç saat dinlendikten sonra dışarı çıkmaya karar verdi. Daha akşama
çok vardı. “Biraz yürüyüş yapar dönerim.” diye düşündü. Hazırlanıp evden çıktı.
Nereye gideceğini bilmiyordu. Başladı yürümeye. Evden bir buçuk kilometre
uzaktaki sahile getirmişti ayakları onu. Yorulduğunu hissediyordu. Boş bank bulmak
için biraz daha yürüdü. “Koskoca sahilde bu kadar az bank olması saçmalık.”
diye söylendi kendi kendine. Nihayet bir bank bulup oturdu. Gelen geçeni
izlemeye başladı.
Denizdeki
kargo gemilerinden birini kestirdi gözüne, dakikalarca izledi. Acaba içlerindeki
kargolar kimlerin arasındaki mesafelere teselli olacaktı? Kimler o yüklerin
arasına bir parça sevgi, birkaç parça özlem biraz da umut iliştirmişti? Kim bilir daha neler neler vardı içlerinde. Kargo
gemisi gözden iyice kaybolduktan sonra yürüyüş yapan insanları incelemeye
başladı. Hepsi yaş almış insanlardı. Hayata ne kadar da bağlı duruyorlardı. Kendilerini
hayata bağlayacak bir şeylerinin olmasına imrendi. Ama aynı zamanda birkaç saat
sonrasına dair hiçbir bilgisi olmayan insanların hayata bu kadar bağlı
olmalarını garipsedi. Sonra hayattan bu kadar kopmuş olduğu için de kendisine
kızdı. Hayattan kopmak için ne sebebi vardı sanki? Ya da daha doğrusu hayata
bağlı olmasını gerektirmeyecek bir durum mu vardı ortada? İzlemeye devam etti:
ruhsuz çocuk parkını, okuldan kaçıp sahile gelen liseli çiftleri, çim biçen
belediye işçilerini, çevrede gezinen güvenlik görevlilerini… Sanki bir şey
olması gerekiyormuş ve onu bekliyormuş gibi oturup kalmıştı banka. Yapacak bir
şey de yoktu. Hem eve gitse saatler hiç geçmeyecekti. Etrafı izlemeye kaldığı
yerden devam edecekti.
Kafasını yana doğru çevirdi ve ruhsuz çocuk
parkının artık ruhsuz olmadığını fark etti. Kırmızı elbiseli bir çocuk ve
annesi parka girmişti. Parka giren anne ve kız çok tanıdık geliyordu. Arkaları
dönük olduğu için yüzlerini göremiyordu. Bunlar eski eşi ve minik kızı Ceylin değil
miydi? Hayal görüyor olamazdı. Evet, evet. O Ceylin’di. Üzerindeki kırmızı
elbiseden tanımıştı. İşinden atılmadan bir gün önce ona kendi elleriyle
almıştı. Ama bu saatte ne işleri vardı burada? Kız koşarak salıncağa oturmuş ve
annesi tarafından sallanmaya başlamıştı. Belki de yanılıyordu. En iyisi
telefonla eski eşini arayıp parktaki kişilerin onlar olup olmadığını teyit
etmekti. Hem onlar değilse bile akşam saat kaçta geleceklerini sorardı da eski
eşinin sesini birkaç saniye daha fazla duyardı, fena mıydı?
Kadının
telefonu çalıyordu. Çantasında çalan telefonu bulmaya ve gelen telefonu
cevaplamaya çalışan kadın kısa süreliğine gözünü çocuğundan ayırmak zorunda
kaldı. Tam bu sırada kırmızı elbiseli Ceylin salıncaktan fırlayıp
merdivenlerden kaydırağın tepesine doğru çıkmaya başladı. Küçük kız kaydırağın
tepesinden sevinçle zıplayarak annesine sesleniyordu. Sanki kızın düşeceğini hisseden
eden adam, oturduğu banktan hızla kalktı. Koşarak kızın düşmesini engellemeyi
planladı ama çok uzaktaydı. Tam o sırada kız kaydırak ve demir korkuluklar
arasındaki boşluktan korkunç bir şekilde yere düştü. Yetişememişti…
Adam
ezan sesiyle irkildi. Kaydırağın önünde yere düştü ve hıçkırıklara boğularak
ağlamaya başladı. Bugün tam iki ay olmuştu minik Ceylin’ini kaybedeli. İki ay
önce bugün Ceylin’ine kavuşacakken kaybetmişti. Eski eşi ve kızı iki ay önce bu
akşam kendisine misafirliğe geleceklerdi. O gün sahilde otururken eski eşini
kaçta geleceklerini öğrenmek için arayan adam telefonu kadının feryatlarıyla
kapatıp koşarak gelmişti. Tesadüf müdür bilinmez kızını, ona birkaç metre
uzaklıktaki bir bankta otururken kaybetmişti. Şu hayatta tutunacağı bir kızı
kalmıştı onu da koruyamamıştı.
Belediye
işçileri artık adamı tanıyorlardı. İki aydır her gün gelip saatlerce banka
oturup iki yıl önceki olayı hatırlıyor, kafasında olayı canlandırıyor hatta
kızını kurtarmaya çalıştığını hayal ediyordu. Sonra bir şekilde kafasındaki hayalden
sıyrılıp çocuk parkında kızının kendisi yüzünden öldüğünü söyleyip ağlamaktan
baygın düşüyordu. Bu olayın gerçekte yaşanıp yaşanmadığını hiçbir işçi
bilmiyordu. Buna karşın artık işçiler bu adamın evine kadar biliyorlardı. İki
aydır her öğleden sonra yaptıkları gibi acıdan bitkin düşmüş adamı evine
götürüp yatağına yatırdılar. Ağlamaktan baygın düşmüş bir hâlde uyuyakalmıştı.
Gün
ağarıp sabah olalı henüz birkaç saat olmuştu. Sıçrayarak yatağından uyandı.
Kâbus görmüş olmalıydı. Biraz erken mi uyanmıştı ne? Neden dün dışarı çıktığı
kıyafetleriyle uyuyakalmıştı? Neyse,
bunun hiç önemi yoktu. Yatağında biraz oyalandı. Acıktığını fark edince de
kalkıp kahvaltı hazırlamak için mutfağa gitti…
Yorumlar
Yorum Gönder