Rahime BUZSUN

Büyük Türk’ ün Aziz Hatırasına...

MİRAS KALAN HAYAL

 

      Şehre gece çökmüştü. Her şey uyuyordu. Bütün varlıklar kendini gecenin ruhuna teslim etmişti. Yalnız ikisi uyanıktı: Biri, dolunayın üzerinde parladığı şehir İstanbul, diğeri yüreğine “Ben bu koca cihanda kimim?” diye soran genç Mehmet.

     Sarayda dehşet verici bir sessizlik kulakları tırmalarcasına hüküm sürüyor fakat bir odada kimsenin farkında olmadığı bir kıyamet kopuyordu. Tek kişinin yaşadığı ama vakti gelince tüm cihanı ve tarihi titretecek bir kıyamet. “Peki, kimdi bu kıyameti yaşayan?” Cümle Osmanlı Mülkünün yegâne varisi Şehzade Mehmet'ti. Mehmet içinde kopan bu kıyametin sesini dindirmek istiyordu. Ama bunu, yaşadıklarını yok sayarak değil yaşamasına neden olan soruların cevabını bularak yapmak istiyordu.

     Mehmet demir parmaklıklı pencereye yaklaştı, onlarca şamdan ile aydınlatılan odadaki tüm mumları söndürmüştü. Çünkü o, tek bir ışığı görmek istiyordu: Göğü Tanrı’nın haşmetiyle aydınlatan dolunayın ışığını. Gözlerini dikti dolunayın üstüne. Öylesine bakıyordu ki göklere, yıldızlar bile bakışının azametiyle titriyordu sanki. Soruyordu kendine “Senin varlığını anlamlı kılan ne?”

     Atalarından sultan babasına ve babasından da ona kalacak olan bir ülkü vardı. Bu ülkü hanedanına kudret kitabından miras kalmıştı. “Peki, neydi bu miras?” Defalarca kuşatılıp alınamayan, çağları kendisinde eskiten, kaderine küsmüş şehir İstanbul. Bu şehir “Elbet bir gün fetholunacaktı.” İşte o zaman İstanbul’un kaderiyle barışma vakti gelecekti çünkü aşığı ile vuslat yaşayacaktı. Bunları düşündükçe Mehmet’in içine bir ürperme geliyor, omuzlarına tüm cihan yükleniyordu sanki.

     Miras kalan bu hayal, onun cihandaki varlığının sebebiydi. O, kendinden öncekilerin yapamadığı ve kendisinden sonrakilerin yolunu açacak bir şeyler yapmak istiyordu. Bu kutsal düşünceler benliğinde bir coşkuya neden oluyor, içi içine sığmıyordu. Ona dışardan bakan birisi yaşadığı coşkuyu rahatlıkla anlayabilir, hatta kendisi dahi bu hazza kapılır, onunda içi içine sığmazdı.

     Düşündükçe ümitleniyordu genç şehzade. O, bu cihana İskender’in imparatorluğundan daha büyük bir imparatorluğu var etmek için, adalet için, nizam-ı âlem için gelmişti. Bütün kudret hayallerine inanmakta saklıydı. Tekrar pencereye yaklaştı, dolunaya baktı. Ay bu gece onun için doğmuştu ve yarın güneş yine onun kutlu emelleri için doğacaktı. “O kendinden önceki sultanlara benzemiyordu, o Büyük Türk Sultan Mehmet Han’dı.”

     Bu gece gök kubbe bu kutlu hayale şahitlik etmişti.

Yorumlar

Popüler Yayınlar