Kader DEMİRTAŞ
(Cemre Dergisi 2019, sayı: 49)
ANA DİLİ GİBİ İNGİLİZCE ÖĞRETENLER
“Geliştirip
kendi adını verdiği yöntemle 26 yılda 1,5 milyon çocuğa ana dili gibi İngilizce
öğreten Helen Doron, İstanbul’daydı.” [1] Habertürk internet sitesinde bu haberi
gördüğümde Helen Doron’un dünya çapında ünlü bu çalışmasına bir yorum getirme
ihtiyacı duydum.
Bir buçuk milyon çocuğun o
dile ihtiyacı yokken ihtiyacı varmış gibi gösterip “İngilizceyi bulunduğu noktadan daha da ileriye taşımak”
amacındalar. Evet, günümüzde İngilizce dünya dili olabilir. Çünkü onlar bunun
için çabalıyorlar. Yetiştirdikleri bu uzmanlarla (Helen Doron ve onun gibi
niceleri) sömürü altına aldıkları topraklarda ve gençlerini hipnoz ettikleri
topraklarda çeşitli konferanslarla bir algı operasyonundalar. Yaptıkları bu
algı operasyonları İngilizceyi o topraklarda hâkim kılmaya çalışmalarının
işaretidir. Eğer biz bu gibi kişilerin sözlerine aldanıp İngilizce ’den kat ve
kat zengin bir yapıya sahip olan dilimize sahip çıkmazsak zaten mağlup olmuş
oluruz. Fakat aksine Fransızların Almanlar karşısında sergiledikleri tavrı
sergiler de dilimizin kıymetini anlarsak Türkçe dünya üzerindeki saygınlığına,
hak ettiği yere gelir ve eminim ki İngilizce ‘den daha etkili bir coğrafya birliğine
sahip olur.
Hepimizin bildiği üzere
İngilizce; hâkim olduğu coğrafya genişliğini, zalimce sömürdüğü topraklara,
sömüren devletlere ve sömürülen toprakların mazlumlarına borçludur.
Hâlbuki Türkçe ne tarihte
zorbalıkla bir yere hâkim olmuştur ne de bugün. Bugün eğer Balkan coğrafyasında
Türkçe hâkim değilse bunu Türklerin hoşgörüsüne borçludurlar. Batı Hun
İmparatoru Attila dize getirdiği coğrafyalarda Türkçeyi, yerleşik halka zorla
kabul ettirse, Türk kültürünü yaşama zorunluluğu getirseydi bugün batıda
Türkçenin ve Türk kültürünün çok geniş bir alanda hâkim olduğuna şahit
olacaktık.
Biz zorbalık yapmadık. Lakin yapanlar
yaptılar, yapmaya da devam ediyorlar. Sömürgeci büyük devletler önce sömürü
altına alabilecekleri bir coğrafyada, devleti ekonomik olarak kendilerine
muhtaç hale getiriyorlar. Yiyecek-içecekten tutun da tüm insani ihtiyaçların
kendileri tarafından karşılanacağı bir sistem oluşturuyorlar. Görünüşte özgür
ama tüm yaşamsal ihtiyaçların karşılanmasında esir milletler oluşturuyorlar. Böylesine
esir bir memlekette esir edenin/ sömürgeci devletin dilini konuşmamak da
düşünülemez. Çünkü kendisini her alanda hâkim kabul ettiren sömürgeci, dilini
de üstü kapalı bir şekilde dayatmış olacaktır. Keza öyle olmasa bile
sömürgeciden aldığı ürünü, diline sahip çıkmayı düşünüp de kendi diline göre
almamış olan ya da alacak güce ve koşullara sahip olmamış sömürülen devlet
sömürgecinin dilini öğrenmek zorunda kalacaktır. Bunun sonu ise kendi dilinin
yavaş yavaş ölümü ve İngilizcenin hâkimiyeti hatta galibiyeti olacaktır.
Ülkemizde bu sonuçları görmemek için dikkatli olmalıyız; bütün mazlum
milletlerin yaşadığı kaderi yaşamamak için Türk olanı üretmek, Türk olanı
kullanmak, Türk olanı korumak, Türk olanı geliştirmek ve Türk olanı sevmek
zorundayız.
Türk
diline olan bu sevgim ve erken yaşta ana
dili ile birlikte yabancı dil öğretimine karşı bu söylediklerim, “yabancı
dil hiç öğrenilmemeli, İngilizce hiç öğrenilmemeli” gibi yanlış bir fikir
uyandırmasın. Aksine Türkçe, Türk çocuklarına ana dili olarak sağlıklı bir
şekilde öğretilip, çocuğun kültürel eğitimini tamamladıktan sonraki süreçte
İngilizce ya da herhangi başka bir yabancı dil kesinlikle öğretilmelidir. Hem
kişinin kendi gelişimi için hem de ülkesine daha faydalı olabilmesi için ne
kadar çok dil bilirse o kadar iyidir. Benim buradaki karşı oluşum henüz ana
dilini, kültürünü öğrenmemiş çocukların bir başka yabancı dile maruz
bırakılarak iki dilli yetiştirilmeye çalışılmasıdır. Bu iki dil de henüz kimliğini oluşturmamış çocuğun
zihninde birbirini itecek, iki dilin de zengin kelime dağarcığını zayıflatacak,
cümle kurarken hangi kelimeyi kullanacağını bilemeyecek düzeye getirecektir. Bu
baskıya maruz kalan çocuk ne iki dilli ne iki kimlikli olamayacak kişiliksiz,
kimliksiz, nereye ait olduğunu ve hangisine sahip çıkması gerektiğini
bilemeyecek biri olup çıkacaktır.
Helen Doron: “Düşündüm, bebekler nasıl ana dillerini
okuma-yazmayı bilmeden öğreniyorsa İngilizceyi de aynı anda ana dillerini
öğrenir gibi duyarak öğrenebilirdi.” /Habertürk[2]
Bireyin doğduğu andan itibaren çevresinden
duydukları yoluyla zihninde belli kavramların canlandığını ve ilk andan
itibaren çevresinde birinci dereceden yakınları olan annesi, babası, ninesi,
dedesi veya bakıcısından, yani onun en çok maruz kaldığı kişilerden gördükleri,
duydukları ve onunla yaşadıkları yoluyla birikimlerini oluşturduğunu biliyoruz.
Helen Doron’un bu tespiti su götürmez bir gerçektir. Bu gerçeği Helen Doron’dan
önce, Avrupalılardan önce, daha Türkistan bozkırlarında iken Türk milleti fark
etmiştir. Çocuklarını kendi kültürlerine ve dillerine ait unsurların yuvası
olan ninnilerle uyutup uyandırmışlar hatta günlük hayatın her yerine bu
ninnileri yaymışlardır. “Zira ninnilerin
metinlerine bakıldığında, onların çocuk uyutmanın yanında, belki de daha önemli
görevi, çocuk eğitimi ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Türk milleti, bebek ve
küçük çocuklarıyla ninniler vasıtasıyla iletişim kurmaktadır.” [3]
Peki,
yüzyıllar öncesinde bu gerçeği fark etmiş ve çocuklarını kendi ninni ve
masallarıyla eğitmiş olan Türk milletinin mensupları, bugün Avrupalıların bizi
düşürmek istedikleri bu tuzağa gözlerini neden kapatmaktadırlar? Bu tuzak
gözleri görenler için aslında oldukça açıktır. Biz 0-6 yaş aralığındaki bireyin
eğitimini yüzyıllar öncesinden kendi kültürü ve dilini kazandırarak yapmış bir
millet iken bugün neden bütün hayatı için kritik olan bu 0-6 yaş aralığını
İngilizcenin ve yabancı kültürlerin zalim kollarına teslim ediyoruz?
Aklınızdan;
“Çünkü bugün dünyada İngilizce egemen.”
diye geçirdiğinizi görüyor gibiyim. Fakat atladığınız bir husus var ki çok
önemli! Bugün dünyada İngilizcenin egemen olmasına sebep de zaten insanımızın
bir yerden sonra bu yanlışa sürüklenmesidir. İnsanımızın kolayına gelen; “Aman, zaten İngilizce egemen, her bir şeyi
de onlar üretiyor, biz de alıp yiyoruz nasıl olsa.” düşüncesi olmuştur. Bu
tehlikeli gidişatın sonunun bir gün geleceğini göstermek görevini üstlenenleri
ise kimse dikkate almamaktadır. Üreticinin, tüketicinin, alanın satanın,
yedisinden yetmişine tüm Türk milletinin elini taşın altına koyması ve lüks
hayattan taviz verip kendisi için iyi olanı kendisinden türeyerek üretmesi
lazımdır. Ürettiğini önce kendi ülkesinde kullanmalı, halkını kalkındırmalı ve
Türkiye, ekonomik bir güce erişmelidir. Ardından ürettiklerini dış dünyada
pazarlamaya başladığında yine kendine ait isimlerle pazarlamalı ki hem dili
yayılsın hem ürünü reklam yapsın. Bunlar işin ekonomik boyutları tabii. Bizim
bilmemiz gereken bizi bizden iyi kimse tanıyamaz ve bizim iyiliğimizi bizden
başkası düşünemez. Düşünüyorsa zaten bizden alacağını alıyordur. Şekil-A;
dilimiz.
Gazeteci: Okullarda
İngilizce eğitimi kaç yaşında başlamalı?
Helen Doron: Ne
kadar erken o kadar iyi. Araştırmalar ana dilin 6 yaşa kadar öğrenildiğini
söylüyor. Onun için 3 aydan başlamalı diyorum. Her yıl bebeğin nasıl
gelişeceğini biliyorum ve sistematik bir şekilde öğretiyorum. İlk yıl şarkılar
ve oyunlarla 550 kelime öğreniyorlar, ertesi yıl 650 kelime... 6 yaşına
geldiğinde 3 bin 500 kelimeye ulaşıyor.
Ahh
Helen Hanım! Haklısınız. Ne kadar erken başlanırsa sizin için o kadar iyi
tabii! Siz de biliyorsunuz bizim çocuklarımızı zengin kelime hazinesine sahip
yetiştiremediğimizi. Biliyorsun da ondan diyorsun “3 bin 500 kelimeye ulaşır.”
diye. Sanki Türkçe kelimeden mi bahsediyorsun? Asla! Benim çocuğum daha kendi
dilinde o kadar kelimeye sahip değilken senin dilinde neden o kadar kelime
bilsin? Bilirse benim çocuğumun sana ne katkısı olacak?
Lisede
bir tarih hocam derdi ki: “Bir olayın sorumlusunu öğrenmek için olayın
sonucunun kime fayda sağladığına bakın.” Helen Doron’un söylediği İngilizce
eğitiminin kime yararı var düşünebiliyor musunuz? Tabi ki onlara. İngilizce
düşünen, İngilizceyi yaşatan milyonlarca genç nüfus… İngilizcenin yaşadığı
milyonlarca kilometrekare coğrafya… Ve bu nüfusun büyük çoğunluğu okuyan,
araştıran, çalışan ve üreten kesim… Hem de İngilizce olarak! Yapmayın! Bu kadar
çalışan nüfusu kendi dillerinde, kendi millî duyguları içerisinde vatanına âşık,
devleti yani Türkiye için harıl harıl çalışan insanlar olarak yetiştirmek
varken; İngilizceye daha ne kadar hizmet edeceksiniz? Etmeyin! Biraz durup kulak
verin kendi içinizdeki sese, milletinizin feryadına kulak verin. Kendi
yazarlarınıza kulak verin, bırakın Helen Doron’u. Bakın ne diyor Ahmet Hikmet
Müftüoğlu;
Ey yurttaşım! Senin boynuna
geçirilmek istenen esaret halkası ne bir gem, ne bir tasmadır. Boyunduruk
altında olduğun halde sen üşürken düşman ocakları için sana odunlar, sen aç
iken düşman sofraları için sana buğdaylar taşıtacaklar. Gençleri kanda,
tazeleri gözyaşında boğmak istiyorlar. (Müftüoğlu,
Ahmet Hikmet.2006. Çağlayanlar. Ankara: Alkım
Yayınevi.)
Müftüoğlu’nun
uyarısı ile yapılanlar arasındaki benzerliğe bakınız. Helen Doron’un yaptığı
nedir? Helen Doron‘un yaptığı daha acımasızcadır! Başarı mı yani şimdi bu?
Elbette öyle. Fakat bizim için ya da adı geçen 36 ülke için değil, kendi milleti,
dili, devleti için.
Helen
Doron’un bu başarısını tebrik etmemek ve hayran kalmamak elde değil. Ülkesine
bağlı, devletinin yararı için çalışan harika bir dil uzmanı. Fakat onun
başarısı, bizim başarısızlığımız demektir. Unutulmamalı!
[1]
(https://hthayat.haberturk.com/yasam/roportajlar/haber/1009222-helen-doron-ingilizce-bebekken-ogrenilir-)
[Erişim tarihi: 04.11.2019, 18.00]
[2] (https://hthayat.haberturk.com/yasam/roportajlar/haber/1009222-helen-doron-ingilizce-bebekken-ogrenilir-) [Erişim tarihi:
04.11.2019, 18.00]
[3] http://www.necatidemir.net/images/demir/bkosem/ninnilerin_dili.pdf
[Erişim tarihi: 04.11.2019, 18.22]
Yorumlar
Yorum Gönder